Ekonomi

27 Mayıs Darbesi’nin 50. Yılı

Maalesef darbeler güzel Türkiye’mizin tarihinde karanlık dönemler olarak yer tutmakta. Bunlardan ilki 27 Mayıs 1960 darbesiydi. Bu gün 27 mayıs darbesinin 50. yılı doldu. Kendi ordumuzun yaptığı ancak yerli dinamiklere dayanmayan darbelerin ilki olan 27 Mayıs sürecini hazırlayan olaylar nelerdi ? Adnan Menderes’i idama götüren olaylar zinciri nasıl başladı ? Bugün bile cevapları net olmayan bu sorulara yazımızda değinmeye çalışacağız. Darbeyi hazırlayan süreçte neler oldu kısaca bahsedeceğiz. Bunları anlatırken özellikle darbe öncesinin ekonomik şartlarından da bahsetmiş olacağız.

Türkiye Cumhuriyetinde ilk çok partili seçim 1946 yılında yapıldı. Kulağa komik gelebilir belki ama bu seçim açık oy – gizli tasnif yöntemi ile gerçekleşti. Yani bugünkü sistemin tam tersi. Hal böyle olunca da devletin bütün bürokratik kademelerinde kök salmış olan tek parti CHP yeniden iktidar oldu. Ancak 4 yıl sonra 1950 yılındaki seçimlerde, Adnan Menderes’in Demokrat Partisi ezici bir üstünlük ile tek başına iktidarı ele geçirdi.

Halktan oy talep ederken özellikle tarım kesimindeki oyları hedef almış olan Demokrat Parti’nin ilk icraatları da tarım ile ilgili oldu. Tarım kesimi üzerindeki vergi yükü hafifletildi. Tarıma büyük destekler sağlandı. Kredi derinleşmesi oldu ve bu krediler özellikle tarımda makineleşme yolunda harcandı.

Bu dönemde Demokrat Parti, liberal görüşleri benimsemiş ve özel teşebbüsü teşvik eden bir parti olarak fazla kamu harcaması yapmaması beklenirken, gerek tarımın desteklenmesi gerek özel teşebbüse ucuz girdi sağlamak için KİT (Kamu iktisadi teşebbüsleri) lerin kurulması ile büyük kamu harcamalarına gitti. 1950 – 1960 dönemin Türkiye Cumhuriyeti tarihinde en fazla KİT kurulan dönemdir.

Yine bu dönemde altyapı harcamaları zirve yapmıştı. Yollar, köprüler, modern binalar yapılmaya başlanmıştı. İthal otomobiller bu yeni yapılan yollarda yol göstermeye başlamıştı. Kırsalda tarım desteklenirken, muhafazakar kesimden de y toplayan bir parti, şehirlerde Amerikan tarzı bir tüketim kültürünü benimsemiş görünüyordu.

Yukarıda saydığımız sebeplerle kamu açıkları hızla arttı. Parti politikası gereği halkın üstüne vergi yüklemek istemeyen DP dış borçlanmaya gitti. Bu dönemde Marshall yardımları sürüyor ve Amerika ile NATO çerçevesinde stratejik müttefiklik gelişiyordu. Türkiye 50 li yılların sonlarına doğru artık dayanacak gücü kalmamış borçlu bir ülkeydi. Dış borçlar çok yüksek düzeylere ulaşmıştı. Amerika’dan istenen yardımlar da zamanında ve yeterli oranda gelmiyordu. 1958 yılında büyük bir devalüasyon oldu, Türkiye artık geri dönüşü olmayan bir yola girmişti ve devlet borçlarını ödeyemeyeceğini duyurarak iflasını yani ” moratoryum ” ilan etti.

İşte böyle bir ortamda Menderes, Rusya ile görüşmelere başladı. 1960 yılının yaz ayları için Rusya ziyareti planlandı ve iki ülkenin ekonomik işbirliğine gitmesi öngörülüyordu. Bu yıllar soğuk savaş yıllarıydı ve Sovyet – Amerikan çekişmesinin zirvede olduğu bir dönemde Amerika, Türkiye gibi jeopolitik öneme sahip bir müttefikini kaybetmek istemezdi. 27 Mayıs 1960 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koydu. Alparslan Türkeş’in 03.15 te askeri müdahale bildirisini radyoda okumasından sona harekat başladı.

Harekatı yapan Milli Birlik Komitesi heterojen bir gruptu ve emir komuta zinciri yoktu. Rütbeleri farklı farklı idi ve kendilerinden yüksek rütbeli subayları da tutuklamışlardı. Darbeyi gerçekleştiren Milli Birlik Komitesinde 2 grup ortaya çıktı. Bunlardan ilki yönetimi hemen sivillere devretmeyi planlayan grup diğeri ise Alparslan Türkeş’in de bulunduğu ve gerekli reformları gerçekleştirip memleketi düze çıkardıktan sonra devretme yanlısı olan gruptu. Darbeden bir kaç gün sonra Milli Birlik Komitesinin başına getirilen Cemal Gürsel, Türkeş’i ve çoğunluğu Türkçülerden oluşan 14’ler adı ile bilinen grubu emekliye ayırıp tasfiye etmiştir. Bu tasfiye ile Milli kısmını kaybettiği söylenen komiteye sonraları çok tepkiler gelmiş, muhaif gruplar oluşmuş ve uzun çalkantılı süreçlerden sonra 1961 başında kurucu meclis anayasa çalışmalarına başlamıştır.

Darbe kökte Amerika menşeili olsa da yukarıda bahsettiğimiz görüş ayrılıkları ve  fikri çatışmalar ile, sonrasında hazırlanan özgürlükçü anayasası açısından bakılırsa 12 Eylül 1980 darbesinden ayrılmaktadır. Türkiye bu süreçte sekteye uğrasa da özgürlükçü bir anayasa kazanarak çıkmıştır. 12 Eylülün ise savunulacak hiç bir yeri yoktur ve herhangi olumlu bir katkıda da bulunmamıştır.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başa dön tuşu